KISKANÇLIK AŞKIN İKİZ KARDEŞİ Mİ?

KISKANÇLIK AŞKIN İKİZ KARDEŞİ Mİ?
Antropologlara göre aşk ve kıskançlık tüm kültürlerde ­ve tüm toplumsal sınıflarda- geçerli olan evrensel kavramlardır. Eşe ilgisizlik, sadakate de ilgisizlik demektir.

Romantik aşkın yeni bir kültürel icat olduğu ve cinsel kıskançlığın egzotik toplumlarda bilinmediği gibi iddiaların Avrupa çıkışlı kuruntular olduğu tezini antropologlar reddediyor. Gerçekten de sahip olma arzusunu aşkın doğal bir sonucu olarak mı ele almak gerekir? Aşık olmak, seçeneklerden vazgeçmek, köprüleri yıkmak ve karşı taraftan da aynı teslimiyetçi tavrı beklemek anlamına geldiğine göre, aşkın kıskançlığı da beraberinde getirdiğini kabullenmemiz gerekir mi? Kısaca kıskançlık, aşkın ikiz kardeşi midir?

Kıskançlığın varlığı kadar, yokluğu da tehdit unsurudur. Cinsel kıskançlık, sevilen kişiyle tek vücut olma arzusunu içinde barındırır ve teslimiyetçilikte azalma belirtilerinin ortaya çıkmasıyla kendini belli eder.

Aşk şarkılarında sıklıkla duyduğumuz “Benim ol”, “Kadınım ol”, “Ya benimsin, ya hiç kimsenin” gibi sahip olma arzusunu dile getiren ifadeler, nedense hastalıklı duygusal patlamalar olarak değil, romantik aşkın normal tezahürleri olarak algılanır

Dolayısıyla bir âşığın kıskançlık hezeyanları mantık kurallarını zorlar. Kıskançlığın varlığı tehdit edici olmakla birlikte, yokluğu da farklı bir tehdit unsurudur. Kısaca âşığınızın sizin sadakatinize ilgi duymaması, size de yeterince ilgi duymadığı anlamına gelir.
Farklı kültürlerde evlilik törenleri, evlilik öncesi mal mülk pazarlıkları, zina yasaları ve aşk şarkılarının da doğruladığı gibi, erkeğin aşk ve evliliğe bakışının temelinde sahiplenme yatar. Erkeğin “kadını” üzerindeki haklarının ihlali, şiddeti tetikleyen en önemli etmenlerden biridir.
YA BENİM, YA HİÇ KİMSENİN!
Örneğin evli kadınlara karşı işlenen cinayetlerin altında, çoğunlukla ya sadakatsizlik ya da kadının kocayı terk etme arzusunun fiiliyata dökülmesi yatar. Bir kadının öldürülme riski, şiddet uygulayan kocayı terk ettikten hemen sonraki dönemde, birlikte yaşanılan döneme oranla daha yüksektir. Eşlerini öldüren erkekler çoğunlukla şu gerekçenin ardına sığınır: “Eğer benim olmayacaksan, kimsenin olmamalısın!.”
Bu roller nadiren tersine döner. Bir kadının kocasının öldürmesi, genellikle kocanın uyguladığı şiddeti önleme çabalarının talihsiz bir sonucudur. Tehlikeli olan, erkeğin sahiplenme arzusudur, çünkü erkekler üreme fırsatlarını değerlendirirken yoğun bir rekabete girer ve babalık konusunda sürekli olarak aldatılma riski ile karşı karşıyadır.
Ancak erkeklerin eşlerine yönelttikleri şiddet, her yerde aynı şiddette ve sıklıkta değildir. Bazı erkeklerin niçin kıskançlık göstermediği de kritik bir sorudur. Bunun yanıtı da tartışmalıdır, çünkü şiddetin ölçüsü somut kriterlere bağlı değildir. Bazı bilim adamları tehdit ve aşağılamaları dayak ile aynı kefeye koyarken, farklı kültürlerdeki davranış şekillerinin birbiriyle karşılaştırılmasında kavram karmaşası yaşandığını ileri sürüyor.
Önemli olan kültürlerarası farklılıklardır. Örneğin Papua Yeni Gine’de bir etnik grup (Lusi-Kaliai) üzerinde çalışmalarını sürdüren etnograflar, hemen hemen tüm kadınların bazı dönemlerde kocaları tarafından dövülmeyi normal karşıladığını, oysa diğer kabilelerde (Wape’ler) bu tür bir davranışın hiç görülmediğini bildiriyor. Gelişmiş ülkelerde de bu konuda çok büyük farklılıklar söz konusu. WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) raporlarına göre gelişmiş ülkelerde kocaları tarafından şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 10 ile yüzde 50 arasında değişiyor.
Her yıl ortalama 100 İngiliz erkeği birlikte yaşadığı eşini veya eski eşini öldürüyor. Bu adamlar kimlerdir? Ve bu cinayetleri işleme nedenleri nedir? Manchester Üniversitesi’nden Rebecca ve Russel Dobash bu soruları yanıtlarken zabıt dosyalarından yararlandılar ve hapishanelerdeki suçluları sorguladılar. Bu araştırmada odak noktası, karılarını öldüren erkeklerin tipik kriminal mi, yoksa sıradan insanlar mı olduğu konusuydu.
TACİZE UĞRAYAN KADINLAR
Sonuçta İngiltere’de karılarını öldüren erkeklerin, diğer işsiz, suç dosyası kabarık, uyuşturucu ve alkol bağımlısı katillerden bir farkı olmadığını gördüler. Bunların genel katil tipolojisinden farkı geçmişte kadın tacizi konusunda sık sık hâkim önüne çıkmalarıydı.
ABD’de de her yıl 1000 kadın birlikte yaşadığı veya eski kocaları tarafından öldürülüyor. Bu oran İngiltere’dekinden fazla olmakla birlikte, 1980′lerdeki yılda 1.400 öldürme olayından gerilemiş olduklarını işaret ediyor. Kadın kurban sayısındaki bu azalma pek çoklarına şaşırtıcı geliyor, çünkü kadınların işgücüne katılımındaki ve kadınların açtığı boşanma davası sayısındaki artış (bu iki olay da sahiplenme dürtüsü yüksek erkekler için tehdit unsuru olarak algılanıyor) öldürülen kadın sayısında da artış olacağı beklentisini de beraberinde getiriyor.
Sonuçların beklenilenden daha düşük olmasının bir nedeni tacize uğrayan kadınlara sağlanan olanakların artması.
Ayrıca ABD’de karıları tarafından öldürülen erkek sayısında da azalma görülüyor. Yapılan araştırmalar kadın sığınma evlerinin, kadınlardan çok erkeklerin yaşamını kurtardığını ortaya koyuyor. Bu da gösteriyor ki tacizci ve kontrol sapığı kocalarından kaçan kadınların, daha gerçekçi seçenekleri olduğu zaman, öldürülme riskleri azalıyor.
Doğal olarak erkek kıskançlığı her zaman öldürücü değildir ve çoğunlukla evinden uzaklaşan kadınları yolundan döndürmeye yarar. Bu da romantik eşi hedef alan şiddetin giderilmesinin olanaksız olduğunu mu gösteriyor? Bunun yanıtı kesinlikle hayırdır. Kadınlara yöneltilmiş dayak ve öldürme konusundaki kültürlerarası geniş kapsamlı bir araştırmaya göre kadın-erkek ilişkilerinde sahiplenme duygusu çok yaygın olmakla birlikte, şiddetin yaygın olması gerekmiyor.
Reyhan Oksay
KAYNAK: http://www.cumhuriyet.com.tr
New Sciences

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.