Şişmanlığın çaresi kendini az yemeye ayarlamak

Şişmanlığın çaresi kendini az yemeye ayarlamak

Doktor kontrolünde olmadan kullanılan zayıflama ilaçlarının başka birtakım sağlık sorunlarına yol açtığından dolayı sakıncalı olduğunu belirten uzmanlar, obezite tedavisinde güncel yaklaşımın; beslenme ve günlük yaşam alışkanlıklarını değiştirmek, doğru yiyecek seçimi yaparak egzersizi hayatın bir parçası haline getirmek olduğunu belirtiyor.
Günümüzde bazı insanlar için şişmanlık kronik bir hastalık haline gelmiş durumda.
Günümüzde şişmanlığın kronik bir hastalık haline gelmiş şekline obezite deniliyor. Bilinçsizce yapılan diyetler sorunu çözmüyor. Hastalığın mutlaka uzman doktor ve diyetisyen tarafından takibi gerekiyor
Uzman doktor ve diyetisyen kontrolünde kiloların verilmesi, metabolizmanın “az yemeye” ayarlanması gerekiyor. Beslenme alışkanlıkları, yiyecek seçimi hatta yaşam tarzı değişmek, egzersiz hayatın bir parçası olmak zorunda! Ya sonra? Kilo kontrolünü elden bırakmak yok!
Kilo fazlalığı ve obezite toplumun en önemli sağlık sorunlarından biri! Oysa ki, çağlar öncesinde İnsan vücudu metabolik olarak kıtlık durumuna uygun olduğu için az beslenerek de hayatını devam ettirebiliyordu. Ne zaman ki; bolluk başladı, ayarlar bozuldu, hep çok yemeye alıştık, hızla kilo almaya başladık… İşte o zaman, bu zaman! Çağımızın hastalığı obezite ile karşı karşıyayız… Üstelik kadınlarda obezite daha fazla görülürken, erkekler de fazla kilonun ortaya çıkardığı kalp ve damar hastalıklarından ölümler daha çok. Menopoz döneminde kadınlar ile aynı yaş grubundaki erkekler arasında kalp damar hastalıkları görülme sıklığı ve buna bağlı ölümler eşitleniyor. Sonuç; kimse şanslı değil!
Obezite yani şişmanlığın tanımı ile başlıyoruz bu çok önemli sağlık sorununa… Dr. Tahir Haytoğlu, “Obeziteyi tanımlamak vücut kitle indeksi ile yapılabilir. Vücut kitle indeksi; kilo cinsinden ağırlığın, metre cinsinden boyun karesine oranıdır. Vücut kitle indeksi, 30′un üzerinde olanlar obezdir” diyor.
Şişmanlıkta dikkate alınan diğer bir kavramın yağlanma olduğuna dikkat çeken Dr. Haytoğlu, yağın dağılımı ve miktarının çok önemli olduğunu belirtiyor. Bel çevresinde özellikle iç organları saran türde yağlanma sağlık açısından en büyük risk göstergesi sayılıyor. Bunun en basit şekilde değerlendirilmesi bel çevresinin ölçümü ile yapılıyor. Erkeklerde 102 cm. üzeri, kadınlarda ise 88 cm. üzeri yine yüksek risk grubu olarak kabul ediliyor.
Şişmanlık daha düne kadar, uzun boy, kısa boy, açık tenlilik, koyu tenlilik gibi fiziksel bir özellik gibi algılanıp fazla ciddiye alınmazken bugün, altında kalp ve damar hastalıklarını, diyabeti, tansiyonu tetikleyen ciddi ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor.
10 yıl önce yağ dokusunun; fazla enerjinin depolandığı organ ya da doku olarak kabul edildiğini ve öğretildiğini anlatan Dr. Haytoğlu, “Öğrendik ki; yağ dokusu vücudumuzdaki en büyük endokrin organı. Yay dokusu, çok aktif bir doku ve çok sayıda hormon salgılıyor. Bu salgıladığı hormonlar da kronik hastalıkların oluşması için gerekli zemini hazırlıyor.
Şeker hastalığının gelişmesi için insülin direncini artırıyor, damar duvarlarında hasar oluşumuna yani damar sertliği ve kalp damar hastalıklarına, yüksek tansiyona yol açıyor. Aynı zamanda bu yağ dokusundan salgılanan bu hormonların etkisiyle vücut lipit metabolizmasında da bozulmalar görülüyor. Yüksek trigliserit ve düşük HDL yani kolesterol görülüyor.
Obezitenin yani yağlanmanın oluş mekanizmaları ve olumsuz etkileri anlaşıldıkça, bu durumun önlenmesi ve geri çevrilmesi için tedavi yöntemleri geliştiriliyor. Öncelikle tabii ki doğru beslenme ve sağlıklı bir yaşam tarzının erken yaşlarda benimsenmesi önemli” diyerek şöyle devam ediyor:
Kilo vermek geçici bir diyet programı olmamalı
“Vücut kitle indeksi 30′un üzerinde çıkmaya başladığında zaten kronik hastalıklar açısından riskler anlamlı olarak artıyor ve kilo fazlalığının vücut üzerindeki olumsuz etkileri görülmeye başlıyor. Safra kesesinde taş, rahim kanaması, kanser riskinin artışı, kas iskelet sistemlerinde; kronik sırt ağrıları, bel, diz ağrıları gibi problemler, şişmanlığın ne kadar uzun süredir yaşandığına bağlı olarak artıyor.
Kilo fazlası olan kişilerin toplum içinde bir 30 yıl öncesine göre arttığını ve beraberinde aynı oranda kronik hastalıkların da daha fazla görüldüğünü biliyoruz. Kilo ile mücadeleyi, kronik bir hastalıkla mücadele şeklinde algılıyoruz. Tansiyon hastası, şeker hastası gibi obezite hastalarını da periyodik olarak her türlü ölçümünü yaparak takip ediyor ve kilo ile mücadelede karşılarına çıkacak dirence karşı nasıl savaşacaklarını öğretiyoruz.
Kişinin, kronik hastalıklar açısından risk seviyesini tayin ediyoruz. Yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, diyabet vs. bunlara ne kadar yakın, ne kadar uzak? Buna göre de; kolesterol seviyesini, tansiyonu, şekere olan yatkınlığı gerekirse ilaç tedavisiyle kontrol altına alıyoruz.

Kilo vermeleri önündeki engelleri, örneğin insülin direncini ilaç tedavisiyle kırarak, kronik yüksek tansiyon söz konusu ise ilaçla kontrol altına alarak kaldırmaya çalışıyoruz. Bunları ve beslenme şeklini ayarladıktan sonra, yiyeceklerden alınan kaloriyi, yağların emilimini azaltacak ilaçları kullanıyoruz. Medikal tedaviye uygun olup olmadığını, nasıl kullanılacağını öğretiyoruz ve kontrolümüz altında takip ediyoruz.
Doktor kontrolünde olmadan, kulaktan duyarak kullanmak kesinlikle çok sakıncalı. Bu ilaçlar kullanılırken, bazı durumların monitorize olması, izlenmesi gerekmektedir. Hasta yağ emilimini azaltan ilaçlar alırken, A, D, E ve K vitaminini içeren multivitamin tablet veriyoruz. Ayrıca kişinin açlık hissini azaltarak kilo vermesine yardımcı olan aslında anti-depresan olarak kullanılan ilaçlardan da kontrollü olarak yararlanıyoruz.”
Önce doktora, sonra diyetisyene!
35-40 yaşında, “kilo vermek istiyorum” diye gelen bir hastaya hemen diyet reçetesi verilmiyor. Öncelikle kilo vermesine engel teşkil edecek herhangi bir sağlık sorunu olup olmadığına bakılıyor. Kişinin kronik hastalıklar açısından riski, farmakolojik olarak ilaç tedavisine gerek olup olmadığına bakılıyor. Bazı temel tahminlerin yapılabilmesi ve ona yönelik olarak tedavi programı hazırlanması gerekiyor. Bundan sonraki aşamalarda diyetisyenlerden faydalanılıyor.
Sıklıkla karşılaştıkları problemin, hiçbir tetkik yapılmadan direk diyetisyene giden hastalar olduğunu söyleyen Dr. Haytoğlu, “Diyabeti olan diyabeti olduğunu bilmeden, tiroidi olan tiroid problemi olduğunu hiç fark etmemiş olarak diyetisyene başvuruyor ve zayıflamaya çalışıyor. Hem sonuç alamıyor, hem de bu hastalıkların bütün olumsuzluklarını yaşıyor” uyarısında bulunuyor.
20 yaş üstü popülasyonda; kadınlarda obezite sıklığı yüzde 40-45, erkeklerde yüzde 35-40 oranında görülüyor. 50 yaş üstünde ise yüzde 50′yı geçiyor özellikle kadınlarda. Erkeklerde yüzde 50′ye yaklaşıyor.
Teknolojik imkanlar ve yaşam kalitesi arttıkça insanların daha az hareket ettiğini, kalori olarak daha yoğun yiyecekler tükettiğini söyleyen Dr. Haytoğlu, “Asansör ve yürüyen merdiveni tercih edip merdiven inip çıkmıyoruz. Sabah evden çıkıyor, bütün gün ofiste oturuyor, akşam yemek yiyor, yine oturuyor ve uyuyoruz. Yani; yaşam tarzımızda hareket çok çok azalırken, kısa zamanda hazırlanan ve yenen bol kalorili ama besin değeri olmayan hazır yiyeceklerle beslenmeye başladık. Bu sadece bizim değil, Avrupa’nın, Amerika’nın ve gelişmekte olan Hindistan, Çin gibi ülkelerin de sorunu. Toplumsal olarak bilinçlenmek ve önlem almak zorundayız” diyor.
Vücudunuzu “kıtlık” durumuna ayarlayın!
Kilo kontrolünün, kişinin kilo alırken önlem almaya başlamasının, 20-30 kilo aldıktan sonra vermeye çalışmasından çok daha kolay bir yol olduğunu bir kez daha hatırlatan Dr. Haytoğlu, şu ilginç bilgileri de veriyor:
“Binlerce yıl öncesinde ne bu kadar bol yiyecek ne de bu kadar az enerji sarf ediliyordu. Vücudun enerji sistemlerini düzenleyen mekanizmalar kıtlık durumuna ayarlı idi. Enerjiyi daha efektif şekilde kullanmak üzere dizayn edilmişti vücudumuz. Düşünürsek; ormanda, avlanarak yaşayan atalarımız için sürekli yemek bulmak zordu. Gün geliyor kış oluyor, hayvanlar, bitkiler yok oluyor, insanoğlunun uzun süre aç olarak kalması gerekiyordu. İşte o günden bugüne açlık durumunda metabolizmasını yavaşlatabilen, açlığa dayanabilen insanlar hayatta kaldı. Biz onların çocuğuyuz. Metabolizmasını yavaşlata-mayanlar öldü, biz onların genlerini taşımıyoruz. O yüzden günümüz insanı, bizler, metabolik olarak kıtlık durumuna uygunuz. Ancak bolluk durumunda kilo almaya eğ ilimliyiz. Daha az yiyerek, enerjimizi gerektiği zaman, gerektiği yerde daha efektif kullanarak kilomuzu dengede tutabiliriz. Yeter ki, metabolizmamızı az yemeye ayarlayalım!”
Vücut kitle indeksi;
– 25′in altında ise normal,
– 25-30 arasında ise kilolu,
– 30′un üzerinde ise şişman yani obez.
Obezite tedavisine başlarken minimum bakılması gereken testler:
– Kan şekeri değeri,
– Tiroid fonksiyonları,
– Lipit profili,
– Karaciğer enzimleri,
– Kan sayımı.
Obeziteye karşı alınabilecek önlemler:
– Çocuk yaştan itibaren, egzersize ve spora özendirilmeli,
– Televizyon, bilgisayar başında uzun sure oturulmamalı,
– Televizyon seyrederken, yemek, atıştırmak gibi alışkanlıklar terk edilmeli,
– Öğün atlanmamalı, “sağlıklı” olan yiyecekler tercih edilmeli,
– Kilo alırken önlem almaya çalışılmalı ve kilo kontrolü sağlanmalı,
– Hızlı zayıflama diyetlerinden kaçınılmalı.
Bir önceki Zayıflayarak kanserden korunmak mümkün başlıklı konumuzda kanserin temel nedenleri, anne olmak isteyen kadınlar ve bağırsak kanseri riski hakkında bilgiler sunulmuştu.
Bakılanlar: topluma gore kilolu insanlar

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.