BİR SOSYAL FOBİK ENDİŞE ANINDA NEDEN KİTLENİR?

BİR SOSYAL FOBİK ENDİŞE ANINDA NEDEN KİTLENİR?
Dersi anlatırken birden döner, “Sen söyle bakalım” diye işaret parmağını gözümüze sokardı. Üniversitedeyken bir hocamız vardı.

Bir sosyal fobiğe “Konuşmak mı daha zor, yoksa dinlemek mi?” diye sorsanız genellikle alacağınız cevap “Her ikisi de” olacaktır.

Sosyal fobikler konuşmacı konumundaysalar hata yapma kaygısını duyarlar, dinleyici konumundaysalar da “Ya, bana bir şey sorulursa?” diye sürekli heyecanlanarak beklerler. Cevabı verirdim ama ders sonrası gece yanığı denen pençe pençe kızarıklıklarla dolaşırdım. Nedense hep ben seçilirdim

Bir başkasının gözünün içine bakarak dinlemek de konuşmak kadar önemlidir. Bir diyaloğun etkili ve verimli olması için dinleyen ve anlatanın tam bir etkileşim içinde olması gerekir. Eğer dinleyen kişi heyecanını, kaygısını kontrol etmek için bambaşka bir noktaya kilitlenmişse diğer olayları gözden kaçırabilir. Ancak heyecanını kontrol altına alabilirse olayları gözden kaçırmaz.
Geçmişte heyecan duyduğumda, hata yapma kaygısına kapıldığımda söylenen sözlere uygun cevaplar veriyordum ama sonradan ne sorulan soruyu, ne de verdiğim cevabı hatırlıyordum. Bana aynı konu ile ilgili bir şey söylendiğinde şaşkın şaşkın bakıp, böyle bir konuyu ilk kez duyduğumu söyleyip karşımdakileri çılgına çeviriyordum. Tekrar düşündüğümde de asla hatırlamıyordum.
Bu, endişe nedeniyle yaşanan dikkat dağınıklığı ve konsantrasyon sağlayamama durumudur. Aynı zamanda korkuyu yok etmeye çalışmak ve karşıdaki kişi ya da kişilere fark ettirmemek adına sarf edilen inanılmaz bir çabadır. Konuşmak zaten zordur, kaldı ki dinlemek de sonunda bir şekilde konuşmayı gerektirecektir. O halde, bir sosyal fobiğin aklından geçen, uygun kelimelerle yanlış anlaşılmaya ve eleştiriye mahal bırakmayacak şekilde bir konuşma yapabilmektir. Zaten içinde bulunduğu durumdan mustarip olan kişi konuşma yapacağı endişesiyle daha da çok kaygılanır, doğal olarak dikkatini toplayamaz, unutur ve hata yapar.
Bu tür bir baskı altında beynimizin nasıl işlediğini şu şekilde anlatabiliriz: Stres durumunda sinapslarımızın normal işleyişi bozulur. Stres hormonları dediğimiz adrenalin ve noradrenalin oranı yükselir. Dolayısıyla bir hücreye ulaşan uyarılar bir diğerine geçemez. İşte bu an, bizim hatırlayamadığımız andır, düşüncelerimiz bloke olur. Bu kapanma sadece yüz yüze konuşma esnasında gerçekleşmez. Bazen bir kişinin sesi duyulduğunda da görülebilir. Bu nedenle bazı sosyal fobikler için telefonla konuşmak da zorlayıcıdır. Sanki nefes alıp verirken zorlanır gibi bir halde olan, heyecanlı ve titreyen bir sesle konuşan kişi kendi sesini duydukça daha çok kaygılanır. Bu durumu karşıdaki kişiye aksettirmeme çabası endişe düzeyini daha da yükseltir. Ses titremesine çoğu zaman el titremesi de eşlik eder.
Dinleme ve konuşmanın yanı sıra bazı kişilerin yazı yazarken de elleri titrer ya da terler. Bu da oldukça rahatsız edici bir durumdur. Eğer bu rahatsızlığı yaşayan kişi iş yerinde sorumlu konumdaysa ve sık sık imza atması gerekiyorsa daha da çok zorlanabilir. Elleri titrediği için imzası her seferinde bir başka olur. Böyle bir şikayetle gelen bir hastam vardı. “Öyle kötü ki hiç aynı imzayı atamıyorum. O yüzden kendi imzamın yerine çok basit bir çizgi kullanıyorum ve başkaları fark edecek diye daha da geriliyorum. Bankaya da birkaç imza örneği verdim çünkü bankadakiler imzamı kontrol ettiklerinde imzamın sahte olduğunu düşünüyorlardı” diye kaygısını ve yaşadıklarını özetlemişti. Özellikle bazı sorumlulukları olan kişiler için zor bir durum bu.
Bu tarz şikayetlerin üstesinden gelebilmek için altında yatan nedenlere bakmak gerekir. Nedenler psikoterapi seansları içinde açığa çıkar. Nedenlerin ortaya çıkması ve kişilerin durumu kabul etmesi çözüm için atılmış büyük bir adımdır.
Bazı insanlar da başkalarının önünde yemek yemeleri ya da bir şeyler içmeleri gerektiğinde kaygılanırlar. Bu durumu sanırım 16 yaşındayken ben de yaşamıştım. Arkadaşlarımla birlikte pideciye gitmiştik. Birden çatalımın ucundan fırlayan bir pide parçası karşıda oturan arkadaşımın üstüne fırladı. Arkadaşlarımın bu olaya gülmesi bana o kadar kötü geldi ki ondan sonra bir müddet yemek yerken çok tedirgin oldum. Endişemin nedeni gülünç duruma düşme korkusu ve sonrasında bu konunun çeşitli vesilelerle gündeme gelip alay konusu olmak idi. Oysa ki ilerleyen yıllarda espri yeteneği kazanınca bunun hiç de o kadar korkulacak, kaygı duyulacak bir şey olmadığını öğrendim. Ama o yıllarda gerçekten çok utanmıştım.
O yıllarda Allen Klein’in yazdıklarını okumuş olsaydım belki de o kadar çok üzerinde durmaz, arkadaşlarımla birlikte ben de gülüp geçerdim. Klein “Kendinize veya içinde bulunduğunuz duruma gülmeniz, kendinizi aşağılamanız demek değildir. Kendinizi aşağılarsanız özgüveniniz sarsılır, hem siz rahatsız olursunuz hem de çevrenizdekileri rahatsız edersiniz. Kendinize gülmeniz sorunları çok ciddiye almadığınızı gösterir. Özgüveninizi arttırır” diyor.
Pek çok kişi elleri titrediği için bir yere gittiğinde çay, kahve hatta su bile içmekte zorluk çeker. Hiçbir şey içmemek bir noktaya kadar çözüm olarak görülebilir, insan daha sonra kendi başına kaldığında sıvı ihtiyacını karşılayabilir. Ancak bu durum sürekli olduğunda görüşülen kişilerin de dikkatini çeker ve “Neden hiçbir şey içmiyorsun?” diye sorarlar. Bu kez insan daima soruyu savuşturmaya çalışır ve sonunda bu soruya muhatap olmamak adına oraya gitmemek için elinden geleni yapar.
Bazı insanlar da belirli özelliklerini, korkularını saklamak uğruna etraflarına fazla bir şey hissettirmeden evlerini daha yaşanılır hale getirirler. Amaçları dışarı çıkıp gerginlik yaşamak zorunda kalmadan hayatlarını sürdürebilmektir. Bu amaçla evlerde kurulan büyük ekran televizyonlarla, ses düzenleri ile tam bir sinema şölenini havası yaratılır. Madalyonun bir yüzünde bu şölen havası, diğer yüzünde ise “Acaba bu, bir şölen mi yoksa toplumdan ve insanlardan uzaklaşmak için başvurulan bir çare mi?” sorusu vardır.
Elbette ki teknoloji uygun şekillerde kullanıldığında mükemmel imkanlar ve ilerleme fırsatları sunan bir olgudur. Bu bağlamda ileri teknolojinin imkanlarından yararlanan herkesi toplumdan uzaklaşmayı seçen insanlar olarak görmek doğru değildir. Ancak eğer kişide sosyal fobi özellikleri varsa ve bu seçim kişinin daha da asosyalleşmesine yol açıyorsa bunu olumsuz bir etken olarak kabul etmek gerekir. Teknoloji bağımlılığı sosyal fobikler için olduğu kadar depresyondaki kişiler için de olumsuz bir seçim halini alabilir. Burada şunu vurgulamak istiyoruz: Yenilikleri takip ederken insan ilişkilerinden kaçınır hale gelmek, kendini kısıtlamak çözüm değil çözümsüzlük getirir.
Bakış açıları ve beklentiler kişiden kişiye değişir ve insanların seçimleri kişisel farklılıklara göre belirlenir. Fakat bu seçimler her zaman sağlıklı olmayabilir. Bazı sosyal fobikler heyecanlarını bastırmak amacıyla alkol ya da madde kullanımına veya bazı ilaçlara (yeşil reçete ile satılan, aslında sadece doktor gözetiminde alınması gereken ilaçlara) meyledebilirler. Stres karşısında alkol ve sigaraya yönelmeyi öğrenmiş bir insan daima kolay olan bu yolu seçecek, bir de bağımlılık geni taşıyorsa kolayca tutsak hale gelecektir.
Bu tür maddeler maalesef ki başlangıçta bir parça rahatlık verseler de daha sonra bu rahatlatma özelliğini yitirirler. Bu durumda kişi daima daha fazlasını ister ve bağımlı hale gelir. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Nihayet dolu taneleri öylesine ağırlaşır ki kullanıcının ilişkilerinin çatırdamasına ve sevdiklerini kaybetmesine kadar gider.

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.